23 Kasım 2011 Çarşamba

Öğretmenlerle Dertleşme




Yazacak çok konu var. Sıraya koyunca en önemlisini öne almak lazım geldi. Bugün, meslekdaşlarım öğretmenler ile bir hasbihal yapacağım. Son yazılarımdan birinde devlete ve hükümete öğretmenliğin ne büyük hizmet olduğunu, öğretmenlerin korunması lazım geldiğini yazmıştım. Şimdi biz bize görüşüyoruz.

Sayılarımız acaba kaç yüz bindir, bilmem ama acaba içimizde kendisini çocuklara sevdirmiş, korkutmadan dersine girmiş olan -kaç yüz demeyim, çok kötümser bir rakam olur- kaç bin kişi vardır?

Ben, alfabeden yüksek tahsile kadar her kademede tam 45 yıl hizmet ettim. Çocukların içimizde kaç kişiyi sevdiğini, kaç kişiyi sevmediğini bilirim. Ayıptır söylemesi, ben yasak olduğu halde çocuğu orta okulda tokatladım. Ama bana asla kızmadı. Çünkü kötü bir ceza sistemi olan ihtar falan gibi, çocuğun karnesine geçecek cezalar vermedim.

Derdi de mümkün olduğu kadar öğretmeye çalıştım. Ben Fransızca hocasıydım. Haftada azami 8 ders (45 dakikalık) vermekle Fransızca öğrenilmez ama arkadaşlarım bu kanaatte değildi. Fransızca zor dildir. Ben kendim, şahsi gayretimle ancak 30 yılda bu dili rahatça konuşabildim. Böylece benim gibi Fransızca okutan arkadaşlarla hep mücadele halinde didindim durdum. Gördüm ki pek az çocuk pek az hocayı seviyor, üst tarafından ürküyor. Nefret ediyor diyemem ama kısaca sevmiyor. Benim bir yakınım var. Şimdi 40 yaşını geçti. Bütün tahsil derecelerini okurken hiçbir hocayı sevmediğini, sevemediğini bana itiraf etti.

Nedir bunun sebebi? Bunun sebebi çok. Ama bir tanesi en mühimdir. Bir şeyi bir adama öğretmek için adama öğretmek için öğretenle öğrenen arasında ruhî bir yakınlık lâzımdır. Bu bir manevi, ruhî akımdır. Gözle görülmez, içten hissedilir. Bunda ne hocanın bilgisi, ne çocuğun çalışkanlığı rol oynar. Ben, Üsküdar Lisesi'nde okurken kimya hocamız vardı. Kimyayı iyi bilirdi. Fakat, çocuklara karşı haşin davranırdı. Ben, sınıf birincisiydim. Bana kimya dersinde, geçen senenin bir meselesini sordu, "Bilmiyorum," dedim.

"Öyleyse seni bir alt sınıfa göndereceğim."

"Gönderin! Ben geçen sene imtihanını verdiğim dersi bu sene hatırlamak zorunda değilim," dedim.

Okulda bu, mesele oldu. Tabiî sınıfı geçmiş bir talebeyi bir hoca geçen senenin dersini bilmiyor diye, sene ortasında döndürüp alt sınıfa gönderemezdi.

Ama ne oldu biliyor musunuz? Ben, kimya dersinden nefret ettim. Fizikte, bütün laboratuvarı yenileyecek ve yıllardır işlemeyen fizik aletlerini işletecek kadar gayret gösterdiğim için hocamız Kenan Bey merhum beni imtihana sokmadan fizikten birinci olarak sınıf geçirdi. Kimyayı ancak sınıf geçmek için öğrendim. Bugün dahi, kimya hakkında hiçbir fikrim yoktur.

Şimdi özetleyelim:

Öğretmen mutlaka kendini çocuğa sevdirecektir. Korkutmak bir terbiye usulü değildir. Ben hâlâ her gördüğüm şeyden ders almayı öğrenmiş bir talebe gibiyim.

Birinci Cihan Harbi'nde İstanbul işgâl edildiği zaman, Selimiye Kışlası'na Hint askerleri gelmişti. Bunların atları vardı ve bu atlar arada bir "beylik ahır" dediğimiz tavladan kaçardı. Bizim topçu kıtaları da atlarını burada barındırırdı. Onların atları da kaçardı. Bizim atları yakaladığımız zaman, burnuna, yüzüne vurup canını yakardık. Hintliler atı yakaladıkları zaman, şeker verirlerdi. Onun için bizim atları tutmak zor olurdu. Kaçan at Hintli'yi görünce şeker yemek için kendi ayağıyla gelirdi.

Teşbih biraz kaba ama çocuklara kendimizi sevdirmenin canlı bir örneğini yaşanmış hâdiseden aldım. Hepinize çocuklarınızı sevmeyi ve onlara kendinizi sevdirmenizi dilerim aziz öğretmenler...

Burhan FELEK

Kaynak: Saatli Maarif Takvimi 17 - 18 - 19 - 20 - 21 Kasım 2011 Arka Yaprak